Her gün onlarca kez aynada kendimizle karşılaşıyoruz. Bazen bir baktığımızda bir kere daha bakasımız geliyor. Bazen de aynayı siyah bir örtüyle örtmek istiyoruz. Neden? Zamanla neden aynalara küsüyoruz? Alnımızdaki çizgiler, kaşlarımızın düşüklüğü, gözlerimizdeki katlantılar, kırışıklıklar, göz altlarımızdaki mor halkalar, yanaklarımızdaki çökmeler, lekeler, dudaklarımızın incelmesi… Her birimiz aynadaki yansımamızdan farklı bir nedenle soğuyabiliriz.
Botoks ve dolguların tarihçesi 30-40 yıllık bir süreyi kapsar. Doktorlar olarak biz, ilk uygulamalarda elde edilen yanlış ve doğaldan uzak sonuçların insanlarda oluşturduğu önyargının günümüzde halen devam etmekte olduğunu sıkça gözlemliyoruz. Günümüzde artık kliniklerimizde yüze kalıcı materyallerle müdahale etmekten, kişilerin hatlarını değiştirmekten yüksek oranda kaçınıyoruz. Yaşlanma sürecinde kimimiz daha çabuk kırışırken, kimimiz lekelerle savaşır dururuz. Bu nedenle aslında medikal estetik, kozmetik dermatoloji ya da anti-age operasyonlar, yüzünüze uygulanan yaşlanma karşıtı her ne varsa, bu işlemler kişiye özel olmalıdır. Bizler, kişilerin şikayetlerini ve kendilerine özgün yaşlanma biçimlerini göz önünde bulundurarak, öncelikle ameliyat hastaları ile, medikal müdahalelerle takip edilmesi gereken hastaları ayırıp, onları doğru alana yönlendirmeye çalışıyoruz.
Medikal uygulamaların en başında, en kolay ve yan etkisiz uygulamalardan biri olan dolgular gelmektedir. Dolguların içeriği zengindir ve değişkenlik gösterir ancak temelde çoğunluğu hyalüronik asit (jel dolgular) ve kalsiyum hidroksiapatitten (mineral dolgular) köken alırlar.
Hyalüronik asit insan bağ dokusunda bulunan, şekerli bir proteindir. Kendisinin 10 katı hacme kadar suyu bağlayabilme özelliği ile tanınır. Dolayısıyla insan yüzünü şekillendirmede çok yaygın kullanılırken, yan etki potansiyelinden korkulmaz. Hyalüronik asitli ürünler, içerdikleri çapraz bağların sayısı, hyalüronik asit zincirlerin uzunluğu, molekül ağırlıkları, üretim teknolojileri gibi değişkenler ile birbirlerinden ayrılır ve uygulanacakları bölgeye göre seçilirler. Hyalüronik asit çok saf ve küçük formlarında çeşitli mineral, vitamin, aminoasit ve koenzimlerle bir araya getirilerek, mezoterapilerin içinde de kendine yer bulmaktadır. Kalsiyum hidroksiapatit ise yüze şekil verirken, bağ dokumuzda bulunan, kollajen üretmekle görevli, tembelleşmiş fibroblast hücrelerimizi uyararak cilt yenilenmesine katkıda bulunan bir maddedir. Bu iki temel madde ciltte kalıcı olmayan, bağışıklık sitemi tarafından parçalanarak vücuttan uzaklaştırılabilen maddelerdir. Bu parçalanma sürecinde etkileşime geçmeleri gereken hücrelerle etkileşir, cilt yenilenmesini ve kalınlaşmasını uyarır ve görevlerini tamamladıktan sonra vücuttan atılırlar.
Dolgular pek çok amaçla pek çok tedavi alanında kendilerine yer bulmuş, hala da endikasyon çerçevesini genişletmekte olan ilaçlardır. Haydi biraz, dolguları hangi amaçlarla hangi uygulamalarda kullandığımızdan bahsedelim.
Dolguları genç hastalarımızda, doğuştan gelen ya da var olandan hoşnut olunmayan yüz şekillendirmesi için kullanabiliyoruz. Örneğin, doğuştan elmacık hattı belirgin olmayan bir kişi daha silik karakterli ve yorgun görünecektir. Dolgularla yüze uygun çizilen bir elmacık hattı kişiye daha dinamik ve genç bir görüntü sağlayabilir. Yine aynı mantıkla, burun ucu düşüklüğü, burun kemeri, burundaki asimetriler dolgu ile şekillendirilerek tedavi edilebilir.
Dudaklar yüzümüzün en önemli parçalarından bir tanesidir. Yaşlandıkça hacim ve su kaybetmeleri ile dudaklarda kırışıklıklar ve renk kaybı kendini göstermeye başlar. Bazı kişilerin ise dudak hacmi doğuştan yüzü ile orantısız ve ince olabilir. Tüm bu durumlarda, dudak yapısına en yakın hyalüronik asit ürünler ile dudaklar yeniden şekillendirilebilir ve gençleştirilebilir.
Bunların dışında dolgularla; alın bölgesi, şakaklar, göz etrafı, burundan dudaklara inen nasolabial çizgi, dudak köşelerinden çeneye inen marionette çizgileri, çene ve çene hattı yeniden şekillendirilmek suretiyle tedavi edilebilir.
Ancak dolguların tek kullanım alanı yeniden şekillendirmek değildir. Yüzümüzde oluşan ince kırışıklıklar da dolgular ile tedavi edilebilir. Göz kenarımızda ya da kaş ortamızda botoksla kaybolmayan kırışıklıklar, akordiyon çizgileri denen nasolabial çizgimizden yanağımıza doğru tekrar eden kırışıklıklar, dudağımızın alt ve üstünde oluşan, barkod çizgileri adı verilen çizgilenmeler gibi daha narin bölgelerde de dolgular, elimizi güçlendiren tedavi seçenekleri arasında yer alır.
Yüzümüz bakımlıyken, yeterli ilgiyi göstermediğimizde yaşımızı ele vermekle görevli, çoğu zaman gözden kaçırdığımız ya da atladığımız iki bölgemiz daha vardır. Dekolte bölgesi ve ellerimiz. Bu bölgelerde de derinin inceliğine ve ihtiyacına göre seçilen dolgu maddeleri ile cilt yenilenmesi uyarılarak, daha genç bir görüntü elde etmek mümkündür.
Dolgu maddeleri dünyada çeşitli kliniklerde, meme, kalça ve penis, bacak gibi bölgelerin estetiğinde de hacim kazandırılması amaçlı uygulanmakta ve geliştirilmektedir. Bu konularda da klinisyenler yüz güldürücü sonuçlar almaktadır.
Medikal müdahalelerle takip ettiğimiz hastalara öğretmek istediğimiz en önemli nokta, yaşlanmanın bir günde olmaması gibi yılları geri almanın da bir günde elde edilemeyecek bir sonuç olduğudur. Cildimizi ve hatlarımızı genç ve dinamik tutmak, düzenli aralıklarla ve güven ilişkisi kurulmuş bir doktorla devamlı bakım gerektirir. Yaşlanmak sadece ciltte değil tüm dokularda durmaksızın devam eden bir süreçtir. Bu dokular kemikler, kaslar, yağ dokuları ve deriyi içerir. Dolayısıyla tek bir tedavi değil, botox, dolgu, mezoterapiler, cihazlar ile yapılacak kombinasyon tedavileri her zaman çok daha uzun ömürlü ve yüz güldürücü sonuçlar almamızı sağlayacaktır.